İstanbul kıyamet vakti
  Cehenneme Uyanış
 

Cehenneme Uyanış

1956 yılı…
Çarpışma…
Öyle bir çarpışmaki, sadece yıkımı getirdiği sanılıyor…
Çarpışma…
Benim için devasa anlamlar taşıyor…
Çarpışma…
?!
Çarpışma… 

-Uyan! ABURA! UYAN! Gitmeliyiz!!
-Beee… ..nn… ahhhhhh, ben ?!?.

Sımsıcak hava ve anlamsızlıkların temsili resmi gökyüzü ile gözlerini açtı. Yanında tanımadığı silüetler vardı. Göğsü tamamiyle açılmıştı, vücudunun tamamı kanlar içerisindeydi. Hala nefes alıp vermesinin anlamsızlığını düşünürken konuştuğu “şeyin” kendini 4 noktadan kavradığnı hissetti. Acısı, etraftan gelen sesler ve tüm bunları adeta yok sayan yaşama umudu ile ileri atılmaya çalıştı. Herşey o kadar bulanıktıki! Az sonra silüetlerin sayısı altıya çıktı. 

-Biran önce yol almalıyız. Hiç durmadan doğuya devam edersek kargaşa içerisinde hedefimize ulaşabiliriz.
-Bizi izlemediklerine emin misin?
-Hayır. Çarpmanın şiddeti binlerce yıldır beklediğimizden çok daha fazla!
-Bu şekilde olmamalıydı! Ayak işlerini yaptıracak kadar kalmalılar en azından!
-SSSSHHHHH! YETER! Çarpma merkezine doğru yol almalıyız! Yapılacak çok iş var! Koskoca bir medeniyet bizleri bekliyor! 

Ne olduklarını anlamadıkları silüetler onu büyük bir hızla havanın daha da sıcak hatta ciğerleri yakacak derecelere yaklaştığı bir yere doğru götürüyorlardı. Nerede olduğunu, kim olduğunu, neden bu halde olduğunu ve daha fazlasını hatırlamak zorundaydı. 

-Hey! İşaretli alandayız!
-Pekala Abura, şimdi bağlılığını göstermenin zamanı geldi! Akiron, bırak onu!

 Acı içinde yere düştü. Tamamiyle açık göğsündeki ağrı dayanılmaz seviyelerdeydi!

-(Abura) ARGGGHHHHHHHHHHHHHHAAAAAAAAAAAAAAAAAAAAAAAAAAAAAAA
-Basitmiş gibi davranma Abura, onca zaman tapındıklarının seçimisin sen. Özel bir yaratım haline dönüştün. Şimdi bunu ıspatla! 

Çarpmanın etkisiyle mahvolmuş bir binanın içinden 2 kadın ve bir çocuk çıkarıldı. Korkuları öyle hadlerdeydi ki, küçücük kızın gözbebekleri büyümüş, korku çığlıkları yüzünden elmacık kemikleri derisini aşındırmıştı. Yaklaşmalarını emretti grubun komutanı. 2 korumanın arkalarından itelemeleri ile yerde yatan adama doğru yaklaştırıldılar. 

-Hadi bakalım, kalk şimdi ayağa. Vakit ispat vaktidir! 

Yerde öylece yatıyor ve sıfır durumuna yaklaşıyordu. Hissiyat ve endişe artık anlamsızdı. Tamamiyle tepkisizdi.

 -Efendim çok fazla zaman kaybettik. İnsanlar daha az etkilenmiş bölgelerden takviye kuvvet göndereceklerdir. Kullarımızın bizlere ilettikleri bilgiler doğrultusunda hareket etmeliyiz!
-Asıl görevimiz bu asker! Asıl görevimiz bu! O’nun ispatı gerekiyor. Aksi halde dönmemizin veya dönmememizin hiçbir anlamı yok!
-Ama efendim, va…
-YETER!, Akiron, O’na nasıl yapacağını göster!

Emri öncesinden beklercesine, öylesine muhteşe bir hızla gerçekleştirdi ki, küçücük kız ne olduğunu bile anlamadı.

 -(Akiron) SHHHHHHHHHHHHHHHHHHHHH, grhhhhhh

 Sadece bir andı tüm olanlar, küçücük gözlerde korku kalmamıştı artık. Cansız, başsız bedeni yerde yatan adamın önüne doğru düştü. Biran gözgöze geldiler ve O, gözlerden  ötesini gördü o an. Çarpışmadan hemen önce, kargaşa anında birini beklediğini hatırladı. Kaygısız bir şekilde, Eminönü sahilinde, ilgi duyduğu birini bekliyordu. Onu çok uzun zamandır bekliyordu. Yıllardır belkide.. Gözleri.. Gözleri onu andırıyordu. O daha büyüktü.

Yüzüstü uzanık pozisyonda ellerini asfalta yasladı. Başını biraz daha ileri kaldırıp, küçük kızın cansız bedenini ve ayrık başını süzdü. Pembe elbisesi ve pileli eteğindeki rüzgarı yüzünde hissetti. Karşısındaki 2 kadın bir anda feryatlar atmaya başladı.

-Canaaaaannnnnnnnnnnnnn, Canan’ımmmmmmmmmmmmm
-Buna daha fazla dayanamayacağım patron, testi geçtiğini söyleriz!

 Akiron daha konuşmasının sonuna bile gelmeden, mızrağını tekrar yerinden kaldırdı ve bağıran, feryatlarla haykıran kadınlara döndü. Ölüm kesinkinliği ikisininde üstündeydi artık.

Yerdeki adam, o feryatla ikinci bir şok dalgasını hissetti. Canan, bu o değildi. Beklediğini andırıyordu ama değildi. Hem daha çok gençti. Hatta genç bile denemezdi, o daha bir çocuktu. Olayın idrakına varmaya çalışırken artık yolunda gitmeyen birşeyler olduğunu anladı. Kalp atışları? Bu şekilde yüzüstü yatmasına rağmen hiçbirşey hissetmiyordu! Bulunduğu yer daha birkaç saniye öncesine kadar cehennem kadar sıcakken artık üşüyordu. Soğuk esiyordu sanki. Öne eğik başını tekrar ileri uzattığında, güneştende parlak bir mızrak tam önünden geçiyordu. Nereye gittiği umurunda bile değildi. Mızrak kaybolduğunda yüzüne doğru esen rüzgarda uçuşan ateş parçacıklarını gördü. O’na doğru geliyorlardı. Üzerinde bulunduğu asfaltı hissetmiyordu. Tek umurunda olan şey, tek umursadığı şey buydu. Ateş parçacıkları. Onları hissedebiliyordu ve bu his onu durdurulamaz bir biçimde sarıyordu. Heyecanlanmaya başladı, öyleki sanki bütün evrenle tek parça olmak ister gibiydi.

Bu hissi daha da fazla istiyordu, bilmediği birşeyler ona dokunmaya başladı, ellerine, yüzüne, sırtına, ensesine, saçlarının arasına! Sanki biryer arıyor gibiydiler. O anda farketti! Biranda tüm gücünü kollarına vererek göğsünü yukarı doğru kaldırdı! Havadaki tüm ateş parçacıkları göğsüne doğru ilerliyordu! Yoktan varolan parçacıklar o kadar hızlı ilerliyorduki!

Mızrağını hızla 2 kadına doğru sallayan Akiron biranda irkildi. Sol tarafında devasa bir ışık vardı, ölümüne sıcaktı!

O alandakilerin hissettiği son şey bu sıcaklık oldu.

O, birşeylerin farkına varmıştı…
Neden yaptığını bilmiyordu ama bu hissi ölesiye sevmişti…
Büyük patlamadan sonra tekrar dizlerinin üstüne düştü…
Çok yorgun hissediyordu…
Beklediğini hatırlamıştı, adı Elif’ti…
O’nu bekliyordu…
Ama yorgundu...
Herşey kararmaya başladı…
Birkaç saniye sonra tekrar yerdeydi…

 
 
  Bugün 4 ziyaretçi (6 klik) kişi burdaydı!  
 
Bu web sitesi ücretsiz olarak Bedava-Sitem.com ile oluşturulmuştur. Siz de kendi web sitenizi kurmak ister misiniz?
Ücretsiz kaydol